Gürcüler üzerine bilgilerimin
zekâtıdır
bu
site
Başlangıçtan Günümüze Gürcü Sanatının Ana Hatları
18. Yüzyıldan Günümüze Gürcü Tarihinin Ana Hatları
4.Yüzyıldan 18. Yüzyıla Gürcü Tarihinin Ana Hatları
Başlangıçtan 4. Yüzyıla Gürcü Tarihinin Ana Hatları
Gürcü Kültürünün Ana Hatları
Gürcü Dini Mimarisinin Ana Hatları
KRALİÇE TAMARİ’NİN YAŞAMINDAN BİR KESİT
VE BU KESİTE YAKIN DÖNEMDE BİRKAÇ BAKIŞ
Gürcüler, Kuzeydoğu Anadolu ve Güney Kafkasya’da doğan medeniyetleriyle tarih sahnesine çıktılar. Türkler de Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasında medeniyetlerinin temellerini atıp batıya yönelerek Avrupa içlerine kadar ilerlediler. Ön Asya’ya da gelip Gürcülerle temasta bulundular. Daha önceki dönemlerde göçebe yaşam tarzıyla da irtibat içinde bulundukları Gürcülerle 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi sonrası kurulan Türkmen devletleriyle artık Doğu Anadolu ve Güneydoğu Kafkasya üzerinden doğrudan siyasi komşu oldular. Anadolu, İran ve Mezopotamya merkezli Türkmen devletleri veya hanedanlarıyla Gürcüler, Güney Kafkasya ve Kuzeydoğu Anadolu’da hüküm süren Gürcülerle Türkler bu tarihten sonra da yine kimi zaman iyi, kimi zaman da kötü dönemler yaşadırlar.
10. yüzyılda Gürcü krallık ve prensliklerinin birleşmeye başlamasıyla kurulan Gürcistan Krallığı’nın güneybatı komşusu Saltuklu Beyliği, Malazgirt Savaşı’nın ardından Büyük Selçuklu Devleti komutanlarından, Ebü’l-Kasım I. İzzeddin Saltuk Bey’in (hükümdarlığı: 1071-1102) 1071 yılında kurduğu, merkezi Erzurum olan Anadolu Türk Beyliği’dir.
Gürcistan Krallığı ve Saltuklu Beyliği arasındaki en önemli olaylardan biri 1153/1154 yılında Kürt Şeddadi Beyliği’nin Saltukluları Ani’ye davet etmesiyle başlar. Fahreddin Şeddad Bey; Alaaddin Ali Bey’den (hükümdarlığı: 1102-1145) sonra tahta oturan II. İzzeddin Saltuk Bey’e (hükümdarlığı: 1145-1174) elçi gönderip Kraliçe Tamari’nin dedesi Gürcü Kralı I. Demetre’ye (hükümdarlığı: 1125-1156) karşı Ani’yi savunacak gücü kalmadığını, şehri kendisine teslim ederek hizmetine girmek istediğini bildirmiştir. Ani’ye varan Saltuklu Ordusu Gürcistan Krallığı Birlikleri’nin saldırısına uğrayıp mağlûp olarak, II. İzzeddin Saltuk Bey’le birlikte çok sayıda askeri de esir vermiştir. Gürcü Krallığı’nın hizmetinde bulunan vakanüvis İbnu’l Ezrak Gürcü Kralı I. Demetre ve Kürt Beyi Fahreddin Şeddad’ın anlaşmış olabileceklerine dair bir bilgi de verir[1]. Fakat Gürcüler kısa bir süre sonra Ani’den çıkmışlardır.
Ahlat Şahı Sökmen ile Artuklu Hükümdarı Necmeddin Alpı krala 100.000 dinar bedel gönderip Saltuk’u kurtarmışlardır. Bu paranın toplanmasında Saltuk’un kızı Şah-bânû önemli rol oynamıştır. Ülkesine dönen II. İzzeddin Saltuk Bey diğer esirleri kurtarmak için büyük meblağlar ödemek zorunda kalmıştır[2].
Gürcistan Krallığı ve Saltuklu Beyliği arasındaki en önemli olaylardan diğeri Kraliçe Tamari’nin babası Gürcü Kralı III. Giorgi’nin (hükümdarlığı: 1156-1184) 1161 yılında Şeddadi Beyi Fazlûn’u bozguna uğratarak Ani’yi ele geçirmesiyle başlar. Bu olayın ardından Ahlat Şahı II. Sökmen, II. İzzeddin Saltuk, Erzen ve Bitlis Beyi Fahrüddevle Devletşah ve diğer bazı Türkmen emîrleri birleşerek Ani’yi kuşatmışlardır. Kral III. Giorgi bunu haber alınca süratle Ani’ye gitmiştir. Savaş başlamak üzereyken II. İzzeddin Saltuk askerlerini geri çekmiştir[3].
II. İzzeddin Saltuk kaynaklara göre Gürcülerin elinde esir iken bir daha Kral I. Demetre’ye ve çocuklarına saldırmayacağına dair yemin ettiği için geri çekilmiştir. II. İzzeddin Saltuk’un kaybettiği ve esir alınan askerlerinin, kendi esaretinin intikamını alabileceği ve uğradığı maddi zararı tazmin edebileceği bir durumdayken Gürcülerin elindeki Ani önlerinden geri çekilmesi, esaretinde muhtemelen misafir muamelesi görmesinden dolayıdır. Zaten gönüllü olarak asker sevk etmediği anlaşılmaktadır. II. İzzeddin Saltuk Bey’in bu hareketinin de etkisiyle ittifak orduları mağlup olmuş, savaşı Gürcüler kazanmıştır.
Gürcistan Krallığı ve Saltuklu Beyliği arasındaki en önemli olaylardan bir diğeri, daha doğrusu, kendisi değil sonucu önemli olan bir olay II. İzzeddin Saltuk Bey’in ardılı Saltuklu Beyi Nâsırüddin Muhammed (hükümdarlığı: 1174-1185) döneminde taht varislerinden Muzafferüddin’in Gürcü Kraliçesi Tamari’ye (hükümdarlığı: 1184-1213) evlilik teklifidir. Gürcü kaynağı Kartlis Tskhovreba’nın (Kartli’nin Yaşamı/Tarihi)[4] Fransızca çevirisi Histoire de la George I’in Türkçe çevirisi konu hakkında şu bilgileri verir:
“Saltuk’un[5] torunu Muzaffereddin[6] baba nüfuzunu hiçe sayarak insanları aldatıp kendi iradesine tabi eden Muhammed’in şehvetperest dinini inkâr etti ve bütün kralların üstünde olan Tamari’nin[7] aşk ve güzellik şöhretine dayanamayarak onun yanına geldi, hepsi de teçhizatlı asker, hocalar, hadımağaları, köle ve uşaklardan ibaret büyük sayıda maiyet ve hediye olarak inci, mücevherat, vazolar, kıymetli kumaşlar, pars ve aygırlarla beraber huzura çıktı. Didebuliler[8], krallara mahsus teşrifat icabı olarak, kendisini karşıladılar ve büyük iltifat ve sevgi gösterileriyle kral sarayına götürdüler. Onun atası İzzeddin Saltuk[9], Tamari’nin ceddi büyük kral Demetre’nin[10] eline düşmüştü. Kendisi, bir sözle, zorluksuz ve usulca gelen bir köle gibi uzun zaman sarayda ikamet etti. O kraliçeyi görür görmez Ramini’de[11] olduğu gibi, gözyaşları sel gibi akmaya başladı. Onu, büyük bir hürmetle tahtın yanında bir sandalyeye oturttular ve saray mensubu didebulilere layık mükellef ziyaretler verildi. Her türlü zevk ve eğlenceler, dansöz ve canbaz gösterileri tertip edildi ve kıymetli elbiseler takdim edildi. Bu sevgi ve hürmet gösterileri içinde kış mevsimini Somkheti ve Tbilisi’de geçiren Muzaffereddin, av sahaları, memleket manzaralarına ve Tamari’nin nazik hizmetçilerine ve bilhassa kraliçenin her methüsenanın ve hayalin üstünde olan güzelliğine âşık olmuştu. İlkbaharın ilk günlerinde, kendisini av sahalarını, ovaları, koşu meydanlarını, Kakheti ve Rani’nin aşağı mıntıkalarını ve oranın cesur senyör ve askerlerini görmeye götürdüler ve orada zevk ve eğlenceye daldılar. O kendisine Tamari’nin ebedi bir hayat bağışlamasını ve yüksek teveccüh göstermesini ümit ediyordu, fakat kraliçe kendisi için layık olmayan bir birleşmeyi reddederek gururlu düşünceleri ve zekâsı sayesinde faziletli ümitler beslemek zevkinden ayrılmadı. Kraliçe payitaht şehrine döndükten sonra, onun gururlu arzularına son verdi ve Selçuk[12] oğlu, Sauli’nin[13] aksi vaziyetine uğradı. Gerçekten Sauli babasının eşeğini ararken bir taç buldu, hâlbuki krallık arkasından koşan prens, umduğu atın yerine Sauli’nin eşeğini buldu. Prensi koruyanlar kral soyundan sayılan bir cariye kızıyla evlenmesini teklif ettiler. O’na gösterişli hediyelerle muazzam bir düğün tertip edildi ve kendisi zengin bir çeyizle beraber Erzurum’daki malikânelerine uğurlandı. Prensin keder ve ağlayışlarını insan diliyle hikâye etmek imkân haricidir[14]”.
Cümleleri kısaca tahlil edecek olursak Beyoğlu Muzaffereddin’in Hristiyanlığa geçtiği, izdivacına talip olduğu Kraliçe Tamari’nin yanına maiyeti ve değerli hediyelerle geldiği, Gürcü ileri gelenlerinin kendisine büyük hürmet gösterdiği, sarayda misafir edildiği, yemeklere ve eğlencelere davet edildiği, kendisine hediyeler verildiği, kraliçeye âşık olduğu görülebilir. Fakat ziyaret sonbahar sonlarında gerçekleşmiştir. Nitekim Gürcü kroniği kış mevsiminin geldiğini belirtir. Dönem şartlarında Beyoğlu Muzaffereddin’in Erzurum’a dönmesi mümkün değildir. Kışı Gürcü topraklarında geçirecektir. Ortaçağ kaynakları incelendiğinde savaşların yapılabileceği ayların dahi belli olduğu görülür. Bu aylara “sefer mevsimi” denir. Seferler haziran ayının ortalarından eylül ayının ortalarına kadar sıcak havalarda devam edip, havalar soğumadan çıkış merkezlerine veya eldeki yakın bir merkeze geri dönülmektedir. Aslında başka seçenek de yoktur. İlkbaharla birlikteyse yolcu edilmek yerine Beyoğlu Muzaffereddin’e avcılar-atıcılar ve süvariler izletilmiş, yalnızca Doğu Gürcistan’ın da olsa silahşorlarını ve askerlerini görmesi sağlanmış, propaganda yapılmıştır. Erzurum yolunun açılmasının ardından evlilik teklifi nazikçe reddedilerek incinmeyeceği bir şekilde Tbilisi’den uğurlanmıştır. Olay bu kadardır. Bunun sonucu ise belki de günümüze kadar üzerinde pek durulmamış diplomatik bir başarı olarak karşımıza çıkar. Bu diplomatik başarı askeri başarıya da etken olacaktır. Gürcü saldırılarına sadece Erzurum merkezi muhafaza edilmeye çalışılacaktır.
1202 yılında Gürcistan seferine çıkan Anadolu Selçuklu Sultanı II. Süleyman Şah (hükümdarlığı: 1196-1204), Doğu Anadolu’daki bütün hükümdar ve beylere haber gönderip kendisine katılmalarını istemiştir. Erzurum’a vardığında Saltuklu Beyi Alâeddin Melikşah’ı da huzuruna çağırmış ancak Alâeddin Melikşah sultanı karşılamada geç kaldığı ve kusurlu davrandığı için hapsedilmiştir[15]. Alâeddin Melikşah’ın öldürülmesiyle Saltuklu Beyliği tarih sahnesinden çekilmiştir[16]. Arada bahsetmediğimiz olumsuzluklar yaşansa da Saltuklu beyinin dedeleri gibi Gürcülerle iyi ilişkileri ve birçok açıdan Gürcüleri tanıyor olmasının sefere katılmak istememesine sebep olduğu açıkça söylenebilir. Nitekim Anadolu Selçuklu Sultanı II. Süleyman Şah ve müttefikleri, yanlarındaki Saltuklu askerleriyle birlikte Gürcü Kraliçesi Tamari karşısında 27 Temmuz 1202’de Basiani Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğramıştır. II. Süleyman Şah, yeniden çıktığı Gürcistan seferi sırasında yolda yaşamını yitirmiştir[17].
Şu ana kadar okuduğumuz paragraflarda herhangi bir “tuhaflık” görüyor muyuz bilmiyorum. Fakat şimdi okuyacağımız kısımlar için neler düşüneceğinizi de merak etmiyor değilim. Dipnotta verdiğimiz kitaptan olduğu gibi aldığımız yukarıda yatık yazıyla yazdığımız ve altında kısa tahlilini yaptığımız cümleler bakın tarihimize nasıl sokulmuştur.
Mesela; Osman Turan, “Brosset’in 1849 Petersburg baskılı Histoire de la George I adlı kitapta Tamari ve Muzaffereddin’in evlendiğini ancak Tamari’nin "bıkınca" Muzaffereddin’i Erzurum’a gönderdiğini, Gürcü kaynağının "malum bir hisle" bundan bahsetmediğini yazdığını” söyler. Histoire de la George I’in Türkçeye çevirisi de Osman Turan’ın bunu dediğini dipnot olarak verir[18]. Yani çeviriyi yapan veya çeviriye dipnotu veren Osman Turan’ı, Osman Turan da çeviri yapılan kitabı kaynak göstermiştir. Ancak görüldüğü üzere kullandıkları kaynakta bu tür bilgiler yoktur. Ancak birazdan görüleceği üzere Osman Turan’ın yazdıklarına kıymet verilmesi de gerekir. En azından kanuni bir birliktelikten bahseder.
Faruk Sümer Muzaffereddin’in Tamari’yle bir müddet “aşk yaşadığından” bahseder. Üstelik kraliçenin "sık sık koca değiştirip aşk hayatı yaşamaya düşkün" olduğunu da bildirir. "Âdeti üzerine Muzaffereddin’den de bıktığını ve yolladığını" söyler[19]. Cümlelerinin yakınında gördüğümüz alakalı olabilecek tek dipnot da yine Histoire de la George I’dir. Ancak yine görüldüğü üzere kullandığı kaynakta bu tür bilgiler yoktur.
Abdülkerim Özaydın da “Muzaffereddin’in sarayda bir süre Kraliçe Tamara’yla aşk hayatı yaşadıktan sonra ülkesine uğurlandığı, sık sık koca değiştiren Tamara’nın David ile evlendikten sonra Muzafferüddin’i câriyelerinden biriyle evlendirdiği rivayet edilmektedir” der[20]. Alıntı yaptığı yer doğrudan tespit edilememekle birlikte tahmin etmek güç değildir. Üstelik yayın yeri de Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’dir.
Yadırgamamaya çalışıyoruz. Nitekim birçok bilimin emeklediği, kaynaklara ulaşmanın, bilgi alış-verişinin zor olduğu, ideolojilerin çarpıştığı, yer doldurmanın gerektiği zamanlarda yazılanların elbette istenen ya da istenmeyen farklı bir arka planı da vardır. Fakat günümüz şartlarında olaylara ezberlerle yaklaşmayacak, tarafsız bir gözle bakıp yeni cümleler kurabilecek kabiliyette bilim insanlarımızın yetişecek olması ve geçmişte yapılan hata veya kasıtların taraflarından düzeltilebilecek olmasını ümit etmemiz beyhude değildir. Buna Türkiye’nin de Gürcistan’ın da olduğu gibi aslında bütün insanlığın ihtiyacı vardır. Adını yeni duyduğumuz ve bahsettiğimiz üzere kendisinden ümitvar olmamız gereken Ayşe Beyza Ercan da tesadüf ettiğimiz akademik olmayan bir yazısında Histoire de la George I’deki konuyu ele alarak Faruk Sümer’i kaynak göstermiştir. Genç tarihçiyi elbette heyecanından alıkoymak istemiyoruz. Lakin kendisinin bu hususları yazan önceki Türk tarihçilerinden çok önemli farkları vardır. Türkiye’de akademik kariyerine devam etmekle birlikte Gürcistan’da Batumi’de doktorasını tamamlamıştır. Hocaları da kıymetli dostlarımızdır. Gürcü tarih yaklaşımlarını, Türk tarih yaklaşımlarıyla birlikte bilmekte ve her ikisinin de güçlü ve zayıf yönlerini görmektedir -lakin bu yazısında ikincil bazı Türkçe kaynakları kullandığını görmekteyiz-. Türkçeye olduğu gibi Gürcüceye de tarih alanında doktora derecesi alabilecek güçte hâkim olduğu düşünülmektedir -lakin bu yazısında Gürcüce kaynakları pek de kullanmadığını görmekteyiz-. Kendisi bu halleriyle memleketimiz için olduğu kadar Gürcistan için de büyük kazanımdır. Günümüze kadar Gürcülerle ilgili yazanların hemen hepsi tek kelime Gürcüce bilmemekle birlikte öğrenmeye de çaba sarf etmemişlerdir / edememişlerdir. Yazısından sadece bir konuyu ele almış bulunuyoruz. Bununla birlikte elbette İbn Bîbî başta olduğunu düşündüğümüz başka kaynakları ikincil kaynaklardan da olsa kullandığı diğer olaylar ve yorumlar ayrıca irdelenebilir yani tümü ele alınabilirdi. Fakat buna ihtiyaç duymuyoruz. İbn Bîbî Anadolu Selçuklu devlet adamları ve Türkmenler hakkında aktardıkları esnasında da şiddetlidir. İbn Bîbî’nin anlatılarına elbette ziyadesiyle eleştirel yaklaşılması gerekir. Ayrıca unutulmuş ya da muhtemelen bilinmeyen 16. yüzyıl sonlarında Kraliçe Tamari’yle ilgili duyduğu mühim dedikoduları kaleme alan bir yazar daha bulunmaktadır. İlave edilseydi yazısı bu tür magazinel ya da paparazzisel konulara alaka duyan şahıslar için daha da alaka celbedebilirdi. İnsani, dini, ilmi olarak da bu tür cümlelerin bir karşılığı vardır. Lakin hiçbirisine değinmeyi düşünmüyoruz. Üstelik Kraliçe Tamari Gürcüler tarafından azize kabul edilmektedir. Bu bizdeki hanım evliyalarla eşdeğer bir konumdur. Ayrıca insanlar evlilikler yapabilir, anlaşamaz, ayrılır, bahtsızlarsa yine başlarına gelebilir vs. Elbette erkek egemen toplumda bu durumda en çok kadınlar ezilir. Onlarla ilgili konuşulur, hatta yüz yıllar sonra bile aslı astarı olan veya olmayan dedikoduları yapılır. Maalesef bunlar her kadının başına da gelebilir. Özel hayattaki bu tür durumlar velev ki hakikat bile olsa tarihe katkısı nedir? Melik ne yaparsa melike de onu mu yapar? Gürcü ve Türk tarihlerinde tetkik edilecek yüzlerce yıl, binlerce konu karşımızda durmaktadır. Enerji ve zaman kutsaldır. Boşa harcanması haramdır.
Görüldüğü üzere bir paragraftan çıkarılan birbiriyle alakasız -veya alakalı- yorumlar hayret vericidir. Herkes aynı metni okur fakat metin her beyinde farklı yansıma yapar. Bir kıssa vardır: Üç arkadaş İran’a gitmişler. İran’da beraber birkaç hafta geçirip geri dönmüşler. Kendilerine ayrı ayrı zamanlarda ve birbirlerinden habersiz İran’la ilgili izlenimleri sorulmuş. İlki cevap vermiş: “Olmaz böyle bir şey, olmaz böyle bir şey, müthiş bir tarih, müthiş bir kültür. Bir tarafta Part, bir tarafta Sasani, bir yanda ateşgedeler, bir yanda camiler, mimari, halk dansları, müzik vs”. İkincisi cevap vermiş: “Olmaz böyle bir şey, olmaz böyle bir şey, müthiş bir coğrafya, müthiş yeraltı ve yerüstü zenginliği. Bir tarafta orman, bir tarafta çöl, bir yanda petrol, bir yanda doğalgaz, mineral sular, meyve bahçeleri, sebze bahçeleri vs”. Üçüncüsü cevap vermiş: “Olmaz böyle bir şey, olmaz böyle bir şey, hep muta nikâhı, hep muta nikâhı”.
Selam ve duayla…
[1] İbnu’l Ezrak, Meyyafarikin ve Amid Tarihi (Artuklular Kısmı), Erzurum: 1992, s. 114-115. Bazı kaynaklar olayı tekrar ederken yılı farklı verebilir.
[2] Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul: 2001, s. 10.
[3] Abdülkerim Özaydın, “Saltuklular”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/saltuklular#1 (29.09.2022).
[4] Yazmanın I. cildi Marie Felicite Brosset tarafından Gürcüceden Fransızcaya, Fransızcadan da Hrand D. Andreasyan tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu cilt dönemde yalnızca İstanbul Belediye Kütüphanesi’nde mevcuttur. Eser dışarıya da verilmemektedir. Tercümeyle ilgili 1961 yılı raporda hatalı olduğu ancak anlaşılmasında mani bulunmadığı, kontrolün ardından basılabileceği ifade edilmiştir (Erdoğan Merçil, “Sunuş (Hazırlayanın Notu)”, Anonim, Gürcistan Tarihi Eski Çağlardan 1212Yılına Kadar (Kartlis Tskhovreba C I), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara:2003, s. XI).
[5] Saltuklu Beyliği, Malazgirt Savaşı'ndan sonra Büyük Selçuklu Devleti komutanlarından, Ebü’l-Kāsım İzzeddin Saltuk Bey 'in (hükümdarlığı: 1071-1102) 1071 yılında kurduğu, merkezi Erzurum olan Anadolu Türk beyliğidir.
[6] Fransızcadan Türkçeye tercüme edilen metinde Mutafardin olarak geçer. Dördüncü Saltuklu beyi Nasreddin Mehmed’in (1174-1185) oğlu ve beşinci Saltuklu beyi Rükneddin Melikşah’ın kardeşi olmalıdır (1185-1202).
[7] Fransızcadan Türkçeye tercüme edilen metinde Tamara olarak geçer.
[8] Didebuli: İleri gelen. Yüksek feodal ve sosyal ayrıcalıklı sınıf.
[9] Fransızcadan Türkçeye tercüme edilen metinde Salduk-Ezdin olarak geçer. Saltuklu beyliği kurucusu İzzeddin Saltuk Bey’in oğlu, ikinci Saltuklu beyi Alaaddin Ali Bey (hükümdarlığı: 1102-1145) oğlu, üçüncü Saltuklu beyi İzzeddin Saltuk (hükümdarlığı: 1145-1174).
[10] Fransızcadan Türkçeye tercüme edilen metinde Dimitri olarak geçer.
[11] 12-13. yüzyıllarda yaşamış Dilargetiani ve Visramiani adlı eserleriyle tanınan Sargis Tmogveli adlı yazarın eserlerindeki kahramanlardan biri.
[12] Burada Gürcü tarihçi hata yapmaktadır. Saltuk oğlu diye yazmalıydı.
[13] Fransızcadan Türkçeye tercüme edilen metinde Savul olarak geçer.
[14] Anonim, Gürcistan Tarihi Eski Çağlardan 1212Yılına Kadar (Kartlis Tskhovreba C I), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara:2003, s. 372-373.
[15] İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye, s. 73.
[16] Veli Saltık, “Sarı Saltuk ve Saltuklular”, Hacı Bektaş Veli, 2005, S. 34, s. 11-31.
[17] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul: 1998, s. 262-670.
[18] Osman Turan, s. 19-20, Anonim, Gürcistan Tarihi, s. 373, dn. *
[19] Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 1990, s. 34-35.
[20] Abdülkerim Özaydın, (29.09.2022).